İçeriğe geç

Hasan Sabbah ve İsmaili Fedailerine dair

Ocak 14, 2014

Görsel

Alamut İsmaililerin tarihi, çirkin bir biçimde sunulduğundan, hep yanlış anlaşıldı. Yazık ki Alamut çağı ve Hasan Sabbah hakkında, hemen hemen hiç gerçek İsmaili kaynağına sahip olmayışımız çok üzücü bir durumdur. Günümüze kalan kaynakların çoğu, aldatıcı ve bölük pörçük söylenti bilgileri temel alan saldırgan kamplardan bize ulaşmıştır. Onların içsel gerçekliği kanıtlamayı denemeksizin sadece görünüşteki yüzeysel değerler üzerinden alınmış bilgiler olduğu gözüküyor. Oysaki tarihin, bir masaldan ve bir hikayeden farklı olarak ayrıca ispatlanması gerekir.

Örneğin İsmailileri anlatan en eski kaynaklardan biri, fakat çok acımasız bir İsmaili karşıtı olan Cuveyni’nin tarihidir. Gerçek İsmaili inanç ve geleneklerini çarpıtmaktan sorumlu olan odur. Ne yazık ki bilim adamları Cuveyni’nin uydurduğu, tasarladığı hikâyeleri, onun İsmaililere karşı düşmanca davranışını yakından incelemeksizin izliyorlar.

W.İvanow (1886-1970) Alamut and Lamasar adlı kitabında, “Cuveyni’nin söyledikleriyle tam anlamıyla tatmin olup son derece cahil olduklarını gösteren bilginler vardır,” diye yazmaktadır.

İsmaililer hakkındaki iddialardan biri, kendini kurban eden savaşçılar olan fidailerin özelliğidir; onların hançerleriyle terörizmi yaydıkları konuşulmakta ve Haçlılar döneminin Batılı otoriteleri tarafından “Suikastçılar/katiller (Assassins)” diye adlandırmışlardı. Onlar asıl olarak Suriyeli İsmaililere bu adı veriyorlardı. Daha sonra deyim, Arupalı gezginler ve kronikçiler tarafından İran İsmailileri için de kullanıldı. W. İvanov’a göre “ Konu çokça dile düşmüş ve İsmaililerle ilişkili her şey destanlar ve peri masallarıyla kuşatılır olmuştu.”

Hasan Sabbah savaştan hep nefret etti ve kendisini barıştan uzaklaştıracak ve sakin-münzevi yaşamını bozacak karışıklıklardan kaçındı. Gereksiz yere kan dökülmesine itiraz etti, fakat ezeli düşmanları onu savaş ateşinin içine fırlattılar; ancak böylece ele geçirebilir ve kendi güçlerini gösterip krallıklarını yeniden elde edebileceklerini düşünüyorlardı. Hasan Sabbah, kötülük ve zararlı tohumları saçan bencil yöneticileri öldürmeye ve kötülüklere kaynaklık eden nedenleri ortadan kaldırmaya sık sık başvurdu. Onlardan bazılarını öldürtüp -ki bunlar gerekli ve âdildi- Müslüman halkları savaştan kurtardı. İsmaili fedaileri, kin ve nefretin dışında kalan bir kimseyi değil; bu şekilde yaşamını sürdürmek isteyen çok sayıda müslümanı kurtarma arzusu göstermeyen, tersine kin ve düşmanlık saçmayı sürdürenleri öldürürlerdi.

Bosworth, The Islamic Dynasties adlı makalesinde “İsmaililer, Franklar ve Sünni Müslümanlarla üç köşeli mücadele içinde çok dikkate bir rol oynadılar. Ancak, doğrudan askeri eylemlerde bir kumandan olarak sıkça görev almış olan çok tanınmış kişilere suikastlar yapan İsmaililer nisbeten az sayıdaydı,” diye yazıyor.

İsmaili düşmanlarının bağımsız bir Nizari İsmaili devletinden hoşlanmadığını ve buna şiddetle tepki gösterdiklerini asla unutmamalıyız. Düşmanlar, karşı konulmaz büyük güçleriyle birbiri ardısıra saldırdılar. Bunun yanısıra ekinleri tahrip ederek meya ağaçlarını keserek ve başka başka yıkıcı araçlar kullanarak İsmaililerin ekonomisine zarar verdiler. Bundan çıkan genel resim gösteriyor ki İsmaililer, üzerlerinde dolaşan tehlikeyi karşılamak için daha az sayıda idiler. Bundan ötürü, savunma amacı için bir savaş gerillası, ayaklanma ve karışıklık çıkartma yöntemi benimsetilmiş savaşçı fedailerden bir silahlı birlik yetiştirildiği görülüyor. Bazı bilim adamları İsmaili mücadelesini bir devrim olarak görmektedir, yine de  kesin olan bir şey var ki onlarınki bir hayatta kalma ve inancıyla birlikte varlığını sürdürme mücadelesiydi.

Fedailik, İsmaili ordugâhlarının çevresinde, hayaller görülüyormuşçasına icat edilmiş olan düşmanlık dehşeti yayarak dev gibi bir askeri mekanizmayı geri çevirmeye zorlamak için bir sınırlı savaşçı tekniğiydi. W. İanow “doğru bir görüş açısıyla fedailik, savaş gerillasının yerel bir biçimiydi, diyor…, Bazı bilgisiz, fakat iddalı bilim adamları tarafından yapıldığı gibi, fedailik (kavramı) içinde Nizari İsmaili öğretisinin en tanınmış organik özelliğini görmek, kesinlikle namussuzca bir aptallık olacaktır.” (Agy. s.21)

Arkon Daraul’un, fedailer hakkında verdiği kısa bilgiyi de buraya eklemekte yarar vardır:

“Hasan Sabbah’ın 1124 yılında, dünyaya “assassin” gibi yeni bir sözcük bırakmış olarak doksan yaşlarında öldüğü söylenir. Oysa Arapça’da ‘Assasseen’, muhafızlar-koruyucular anlamına gelir

ve bazı yorumcular, sözcüğün gerçek kökeninin “sır muhafızları-koruyucuları” olduğunu düşünmektedir.

 Hasan Sabbah’ın yönetimindeki bu inanç örgütlenmesinde inanca çağıranlar dailer, öğrenci-mürid olanlar rafik (yoldaş, arkadaş), fedailer ise adanmışlar idi. Bu son grubu Hasan Sabbah İsmaililiğe eklenmişti ve bunlar suikastçı timleri gibi yetiştiriliyordu. Fedailerin üzerinde bir kuşakla bağlanan beyaz bir giysi, ayaklarında kırmızı çizme, başlarında ise kırmızı başlık vardı. Hançeri kurbanın göğsüne ne zaman ve nerede yerleştirecekleri konusunda dikkatli bir eğitime ek olarak onlara dil öğretiliyor; kıyafet değiştirme ve askerler, tacir ve keşişlerin yaşam tarzları gibi alanlarda yetiştiriliyor ve görevlerini uygularken onların her birini taklit ve temsil etmeye hazır duruma getiriliyorlardı.” Arkon Daraul, A History of Secret Societies, Citadel Press 1961/1989. Marco Polo, The Travels, General Editor: Tom Griffith MA, Mphil (The Travels of Marco Polo, Wordsworth Editions Limited 1997, s.38-40.)

W. Montgomery, “Islam and the Integration of Society”  kitabında ve Edward Mortimer, “Faith and Power”  adlı yapıtında, fedailerin yönteminin savaş garillasınınkinden başka birşey olmadığını kabul eder. Bernard Lewis de “The Assassins”de 17 şunları yazmaktadır: “Hasan, yeni bir yöntemle disipline edimiş ve kendini adamış; karşı konulmaz derecede üstün orduyla etkili biçimde çarpışabilen bir küçük kuvvet kurdu.” Bu mücadele gerillası, bir düzensiz savaşçılar birliğidir. O günlerde böyle tanınmadığı için, batılı kaynaklarda verilen kötü lakap “Assassins”(suikastçılar, katiller) ile İsmailliler bozuk para gibi harcandı. Bununla birlikte bu yöntem (gerilla yöntemi), Batılılarca terörizm olarak isimlendiriliyorsa da modern çağda çok yaygın bir sıradanlık kazandı.

Marco Polo’nun “Yaşlı Adamı” Alamut Bahçeleri ve yalanlar

Venedikli Marco Polo, Hulâgü Han’ın yakılıp yıkılmasından 16-17 yıl sonra 1273’tw  Alamut’un yıkıntılarını ziyaret etmiş. İlişki kurduğu yöredeki Sünni e Şii Müslümanların İsmaililer hakkında verdiği yalan ve yanlış bilgilere, kendi hayali ve abartılı yorumlarını katarakHasan Sabbah Alamut’u –hiç de adıyla uyuşmayan- insanlardan ölüm araçları, yani fedaileri üreten bir cennet (!) olarak tanımlamış. Oysa gerçek bilim cenneti olan ve bilginler yetiştirmiş; Türk-Moğol ordularının yakıp yaktığı ve içinde iki yüz bin kitap olan Alamut Kitaplığı’ndan söz etmemiştir. Çünkü Söz etseydi, yalanlarına inandıramazdı. Marco Polo Farsça’daki söylenişiyle Pir-i Alamut’u (Hasan Sabbah’ı) Dağlı İhtiyar adıyla Batı’ya büyük kötülüklerin adamı olarak sunmuştur. Gezi notlarındaki fedai yetiştiren cennet tanımlamasında şu ifadeler yer alıyor:

“Dağlı İhtiyar, kendisine cesur erkekler olmaya aday görünen, on iki yaşındaki çocukları sarayında alıkoyup yetiştirirdi. Zamanı gelince onları dört, on ve yirmilik gruplar halinde bahçeye gönderilir ve orada haşhaş içirilirdi. Üç gün boyunca uyurlar ve sonra onları uyandırılacakları bahçeye uyur durumda taşırlardı. Bir sure sonra bu genç adamlar uyandıklarında, kendilerini buldukları görkemli bahçede, gerçekten cennette olduklarına inanıyorlardı. Güzel körpe kızlar, büyük eğlence gösterileri ve şarkı söyleyerek daima onlarla birlikte olurlardı; istedikleri herşey verilirdi. Bunun için kendi öz istemleriyle bu bahçeyi asla terketmek istemiyorlardı. Ne zaman Yaşlı Adam birini ölüme göndermek isterse onu çağırıp şöyle söylerdi: ‘Git ve bu işi yap. Ben bunu sana yaptırıyorum, çünkü ben senin cennete geri dönmeni ve burada her şeye sahip olarak ebedi mutlu yaşamanı istiyorum.’Böylece eğitilmiş suikastçılar (assassins) gider, eylemi büyük bir istekle gerçekleştirirlerdi.”

Edward Burman’ın araştırmasında ifade ettiği gibi “Marco Polo’nun sözde 1273 ziyareti ve onun “Haşhaş yiyenler” (Haşhaşin) ve “Dağlı İhtiyar” betimlemesinden sonra, Alamut tamamıyla bir efsane gibi algılanmıştır.”

Edward Burman, sözlerini sürdürüyor:

“Oysa Hasan Sabbah, tasarımlar üretmiş, planlayıp uygulamış devrimci bir dahi idi. Kahire’deki eski Fatimi İsmaililerin “eski davanın yerini alan, Nizari İsmaililerin” yeni davasını yaratıp eyleme koydu. Onun çok mükemmel bir teoloji bilgisi, üstün bir zeka gücü vardı. Kuşkusuz o, aynı zamanda, yıllar boyunca idealini izlemeyi sağlayacak olan olağanüstü güçte bir iradeye sahipti.Daylam halkını tek başına kendisi İsmaili davasına çevirmişti. Potansiyel kuşkular taşımakta olan bir inanç değişiminde, insanlara bir seçenek olasılığını sunup kabul ettirecek derecede güçlendirinceye kadar nasıl sabırla ikna ederekonları çevirdiğini düşünürsek aklının ve iradesinin yüksekliğini hayal edebiliriz.”

Marco Polo’nun cennete benzettiği (unutmayalım ki cennet aynı zamanda ‘bahçe’ demektir) ve bu cennette ağaç değil de, ölüm araçları (!) yetiştiğini hayal ettiği Alamut bahçeleri ve haşhaş kullanımı üzerinde son açıklamaları da şöyle özetliyor E. Burman:

“Bahçenin eski Pers soylularının yaşamı ve mistisizmin önemli bir parçası olduğu zaten bilinmektedir. Bu geleneği sürdürmüş olan Hasan Sabbah ve diğer erken Assassin üstatlarının görkemli bahçelere sahip olması doğal gözükmektedir. Açılan su kanalları ve İsmaili kalelerinde düzenli su gereksinimini sağlamak için alınmış titiz önlemler, İran-Arap köyleri ve çiftlik evlerinin bugün dahi akarsuyun varlığına verdiği önem ve özende yansır. İşte Marco Polo’nun içinde asssassinler yetiştirilen bahçe öyküsü büyük olasılıkla kökenini bu gerçeklikten alır.”

“Geçen yüzyılın ilk çeyreğinden beri pek çok bilim adamları tartıştı e inandırıcı bir biçimde gösterdiler ki “Haşhaşin yani haşhaş kullananlar” sıfatı, Müslüman tarihçileri ve diğer kaynaklarda hiç görülmediği halde, İsmaili düşmanlarından alınma bir yanlış adlandırmadır. Aslında “kötü şöhretli halk ve düşman” gibi küçük düşürücü bir anlam içinde kullanıldı. Terimin bu tür bir anlamı zamannmıza kadar yaşadı; 1930’larda “Haşhaşen” sözcüğü Mısır Arapçası’nda hala “gürültücü, başıbozuk” anlamında kullanılıyordu. Belki bir sufi olan Hasan Sabbah’ın kendisinin uyuşturucu alışkanlığı vardı, bilmiyoruz. Ancak haşhaşın İranlı İsmaililerle-özellikle Alamut Kitaplığı ya da gizli arşivleriyle ilişkisinin bir açıklaması yoktur.”

“Bir kere, güvenli ve sürekli bir üs içine yerleştikten sonra Hasan, dailerini Alamut’tan dört bir yana gönderdi. Aynı zamanda, ya propaganda ya da zor aracılığıyla kaleler alarak ve yenilerini inşa ederek bir toprak genişletme siyaseti izledi. Alamut gibi diğer kalelerdeki yaşamın da aşırı sade ve sert karakter taşıdığı açıktır. Siyasi suikastlara gelince, İslam’da Hasan Sabbah’tan önce bilinmez değildi. ilk mezhepler de politik bir teknik olarak cinayetleri kullanmışlardı, Muhammed’in kendisinin bile yaşamaya müstahak olmadıklarını ileri sürerek düşmanlarına uyguladığının kanıtları vardır. Ayrıca, tercih ettikleri öldürme yönteminden dolayı „adam boğanlar. ya da „boyun kıranlar. olarak bilinen aşırı bir Şii grup bile olmuştu. ”

Yazarın sözünü ettiği grup, kurucusu el-Mansur’dan dolayı Mansuriyya adını taşıyordu. İnsanın gökten düşen ve tanrıdan bir parça olduğuna inanmaları dolayısıyla Mansurilik’in diğer adı “parçacılık” anlamına gelen Kisfıyya’dır. Cennet, Kuran’da sözü edilen ve gökten indirilmeye karar verilmiş kişi de partiyi kucaklayandan başkası değildir, yani çağın İmamıdır. Aynı şekilde cehennem ise İmamın rakibi olduğu için, partisine sürekli düşmanlık gösteren kişiydi…Mansuriler böylelikle öbür dünyayı, kıyamet gününü inkar ediyor; cennet ve cehennemi bu dünya deneyimlerinin söylemi içinde yorumluyorlardı. Mansur’un Partizanlarının rakiplerini boğarak ve kafalarını odun parçasıyla kırarak öldürdükleri söylenir. (Shahristan, al-Milal, s.297-298; Farhad Daftary, agy.s.73-75 ve 589 dipnt.74; M.Momen, agy. s.52 Edward Burman, The Assassins – Holy Killers of Islam’dan aktaran http://www.ismaili.net Web Sayfası)

Nizari İsmaililer için uydurulmuş tarihsel “Assassins” sözcüğünün yanlışlığı ve gerçekler

Görüldüğü gibi, İsmaililere haksızlık edildiğini söyleyerek onları savunmaya girişen ve tarihsel doğruları göstermeye çalışan batılı Doğubilimciler, yazar ve araştırmacılar kitapları ve araştırma yazıları hâlâ “Kutsal katiller, suikastçılar; Suikatçı katillerin düzeni” başlıklarını taşımaktadır.

Yaklaşık bin yıllık olumsuz birikimi, toplumsal bilinçaltından dış düzleme doğru olarak taşıyan bireysel bilinç ve akıllar bile, bir köşede sakladıkları lekeyi dışarı fırlatmaktan kendilerini alamıyorlar.

Nizari İsmaililer için, onları aşağılamak ve kötülemek gibi düşmanca maksatlarla uydurulmuş “Assassins” sözcüğünde ısrarlarını anlamakta güçlük çekiyoruz. Çağdaş Türk tarih araştırmacıları da tarihsel olayları incelerken Türk ve Ortodoks İslam kimliklerinden sıyrılıp nesnel yaklaşamadıkları için, bu yanlış tarihsel deyimi bol bol kullanıyorlar.

“Assassin” Sözcüğünün yaratılışı

21 Bu bölümü,’Sufiler ve Haşiş Kullanımı’ ve ‘Suçlamalar ve Çirkin Adlandırmaların Hepsi Nizari İsmaililer için’ alt başlıklarıyla, http://www.ismaili.net web site’ında yayınlanmış olan “The Creation of Term “Assassin” başlıklı yazıda özetle şunlar ifade ediliyor:

 Heterodoks İslamda yeni ufuklar açan bir kol olarak Nizari İsmailileri, Orta Çağ Arupası’nda “Assassins” (suikastçılar, katiller) gibi yanlış adlandırmayla tanındı. Bu, 12.yüzyılın ilk on yılları esnasında Orta Doğu’da Suriyeli İsmaililerle ilk ilişki kuran Haçlılar ve onların Batılı kronikçilerince genişçe kullanılmış olan çok rahatsız edici bir deyimdir.

Charles E. Nowell The Old Man of Mountain çalışmasında, “onikinci yüzyılın ilk yıllarında, fetihlerini Kutsal topraklara (Kudüs)’e Suriye’ye yayan Hristiyanlar olarak Haçlılar İsmaililerle tanıştılar. Onların tarihçilerinden çoğunun İsmaililik hakkında söyleyecekleri bazı şeyleri vardı. Ancak verdikleri, her zamanki gibi doğru ve yanlış bilgilerin bir karışımı idi” diye yazmaktadır.

 İsmaililer bir teröristler alayı değildi; kendilerine baskı yapmakta olan düşmanlarına karşı savaşarak bir yaşam mücadelesi veriyorlardı. İslam inançları ve uygulamaları hakkından kesinlikle bilgisiz olan Orta Çağ Arupalılarına çok sayıda hikâyeler taşınmış ve İsmaililer hakkında saptırılmış, alabildiğince yanlış düşünceler üretilmiştir.

Bu dikkate değer inancın ya da mezhebin iyi noktalarının pek az Arupalı farkına varmış. Batılı bilginler tarafından verilen hükümlerle, onların aşırı şiddet üzerinde yoğunlaştığı yönünde fikir sahibi olmuştur. Kuşkusuz, Müslüman müctehitlerin (fıkh bilginleri) yaptığı gibi, onları bir lanetleme içine sokmak yanlıştır. “Dağların Yaşlı Adamı”nın kendisi de İsmaililiğe sürülmesi adet olduğu biçimde bir kara leke değildi.

Pek çok batılı bilgin Nizari İsmaililere ad olarak verilmiş, etimolojisinin ya da kuşkulu kökeninin farkına varmadan, yanlış anlam yakıştırılmış “Assassins”(suikastçılar, katiller) terimi yaklaşımını sürdürdü. Paul E. Walker yeni yapıtında şöyle açıklıyor:

“Bununla birlikte son zamanlara kadar İsmaililer iyice incelendi; hemen hemen tamamıyla yeni toplanmış malzeme ya da genelde Şiilere, özelde İsmaililere düşman olan Orta çağ Sünni polemikçi yazarlar ve din sapkıncı kayıtçıları (heresiographers) dahil, düşmanlarınca uydurulmuş kanıtlar temelinde yargılandı.”

Gerçekten Sünni yazarlar, İslamın Şii yorumlarından bazılarını da sapkınlık ifadesi olarak ele aldı. Sonunda bir “kara mizah” derece derece gelişti ve İslam dünyasında İsmailileri ve onların İslam dinini yorumlamaları kötüleyecek bir akım içine sokuldu. Hristiyan Haçlılar, İslamdan ve iç bölünmelerinden hemen hemen tamamıyla habersiz kalmış Batılı kronikçiler, İsmaililer hakkında kendi masallarını yaydılar; işte bunlar, İsmaililerin gerçek öğreti ve uygulamalarının tanım ve betimlelemeleri olarak Batı.da kabul edilme durumu ortaya çıkmıştır. Çağdaş doğubilimcileri (orientalists) dahi İsmailileri, düşman Sünni kaynakları ve Orta çağın batılı hayal dolu anlatıları temelinde incelediler. Böylece, masallar ve yanlış karalamalar, yirminci yüzyıl boyunca İsmailileri kuşatmayı sürdürdü.

 12.yüzyılın İspanyol Rabb.i (Yahudi hahamı) Tudelalı Benjamin, (1159 ve 1173 yılları arasında) Çin sınırlarına kadar ulaşan ilk Arupalı gezgindi. O, İsmaililer hakkında yazmış olan ilk Arupalıdır. 1167’de Suriye’yi ziyaret etti ve yapıtı The Itinerary of Benjamin of Tudela’da,  Suriye İsmaililerini Hashishin (haşhaş kullanan) deyimiyle tanımlamıştı. Bir sonraki tanımlama, Roma-Latin İmparatoru Frederick I. Barbarossa (1152-1190) tarafından Suriye ve Mısır.a gönderilmiş bir elçi olan Burchard.ın 1175 tarihli diplomatik raporunda bulunur. Burada o, Suriye İsmailileri için Heyssessini (Latin dilinde Montana senyörlerine erilen ad) sözcüğünü kullanmıştı. Haçlıların ilk tarihçisi Tyre Başpiskoposu William (1130-1185), History of Deeds Done Beyond The Sea (Denizin Ötesinde Olup Bitenlerin Tarihi) 26 adlı yapıtında, Suriye İsmailileri Assissini ismiyle tanımlıyor, ancak Müslümanlarca tanınmayan söylemler aracılığıyla verilen bu ismin kökenini bilmediğini belirtiyordu.

Alman Tarihçi Lubeckli Arnold (Ö.1212) kitabında27 Suriye İsmailileri için Heissessin terimini kullandı. Acre (Akka) Piskoposu (1216-1228) Vitry’li James, Tyre’li William’dan sonra Müslümanların arasında ortaya çıkan olayların belki de en iyi Batılı gözlemcisi olduğu bilinir. Suriye İsmaililerin tanıtımı için, içinde Assassini deyimine başvurduğu Secret Societies of the Middle Ages (Orta Çağ’ın Gizli Toplulukları) kitabını yazdı. 1255 yılı içinde Çin ziyaretini tamamlamış olan Rubrucklu William’ın (1215-1295) da İran İsmaililerini Axasin ve Hacsasinler olarak betimleyen ilk Arupalıların arasında olduğu görülmektedir; o zamana kadar sadece Suriye İsmailileri için kullanılmıştı. Ünlü Fransız Kroniker Joinvilleli Jean (1224-1317) “Histoire de Saint Louis” adında, (1305.lerde) yazdığı çok değerli bu yapıtında, Acre.de Kral IX.Louis.i (1226-1270) görmeye gelmiş olan İsmaili elçisini anlatır. Jean de Joinville İsmaililer için Assacis deyimine gönderme yapmıştı. Marco Polo (1254-1324) da seyahatnamesinde Ashishin sözcüğünü kullandı.

Batılı kaynaklarda Assassins (suikastçılar, katiller) sözcüğünün Accini, Arsasini, Assassi, Assassini, Assessini, Assissini, Heyssessini vb.gibi farklı kökenleri ardır. Thomas Hyde, Veterum Persa(s)rum Religionis Historia’da, Assassin’in kökeni, öldürmek yahut imha etmek anlamındaki Hassa kökünden çekilme Hassas sözcüğü olması gerektiği fikrini ileri sürer. Bu fikir Menage ve Falconet tarafından izlendi. De Volney dahi, Voyage en Egypte en Syrie adlı kitabında, herhangibir kanıt zikretmeksizin bu etimolojiyi benimsedi. Tarihçi Abul Fida (Ö.1331) ise Suriye İsmaililerin baş karargahlarının bulunduğu Masiyaf kale-kentinin üzerine kurulmuş olduğu dağın adının Cebel Assikkin olduğunu yazmaktadır.

Arapça’da sikkin sözcüğü bıçak veya hançer anlamına gelir ve böylece bu dağın adının anlamı da Hançer Dağı’dır. Bu, yukarıdaki Batılı yazarların uydurmasının bir analojisi olduğu ve görüşün Falconet’in Memoires de l’Acedemie des Inscriptions adlıyapıtına yansıdığı görülür; orada la montagne du Poingard (Hançer dağı) yazmıştı. Silvestre de Sacy (1758-1838) ise sekkin’in bu durumda bir adamın adı olduğu ve bunun için onu “Sekkin’in Dağı”(la montagne de Sekkin) olarak çevirebileceğimizi ileri sürüyor.

Acreli Michel Sabbagh’ın önerisi ise al-Sisani kökenli oluşudur. Ancak al-Sisani yerine Sasan Ailesi’ni ifade eden al-Sasani sözcüğü daha sık kullanılırdı. Araplar bu terimi bir maceraperesti belirlemekte kullanırlar. Padua’da Doğu dilleri profesörü Simon Assemani (1752-1821) Giornale dell’ Italiana Letteratura adlı yapıtında Assissana sözcüğünü kullandı ve ona göre kayalık yahut hisar-kale anlamına gelen Arapça assissath (al-sisa) sözcüğü ile ilgili Assissani.nin bozuk biçimidir. Böylece Assisani (al-sisa), uçurumlarla çevrili ya da kayalık üzerine kurulmuş kalede oturan bir kimseye dayandırılıyor. 

17 ve 18.yüzyıllar boyunca Assassin adı, Batılı bilim adamlarından fazlasıyla ilgi gördü; sözcüğün anlam ve kökenini açıklamak için bir kuramlar seli kopardılar. Gizem, sonunda Silvestre de Sacy’bin çözmüş olduğu gözüküyor; o, Assassin sözcüğünün Hashishiyya (Haşhaş kullananlar) olduğunu ispatladı.

Tüm bu ayıplayıcı-suçlayıcı kaynaklar boşa çıkmış olduğundan Müslümanlar, şimdi Suriye İsmaililerini eskiden olduğu gibi, Batiniyya (Batıniler) ve Talimiyya (Talimiler) gibi dinsel terimlerle nitelemeye başladı. İsmaililer zaten yeminli düşmanları Sünnilerce Malahida (ya da Mulhidun, dinsizler) olarak damgalıydı. Suriye İsmailileri, daha az sıklıkta Haşişiyya (Haşhaş kullananlar) gibi diğer saldırgan deyimle çağrıldı. Görülüyor ki saldırılarını sürdüren düşmanları, İsmailileri yok etme girişimlerinde ise kılıç kullanmışlardı ve gerçekten onlar üzerine son şiddetli darbelerini vurdular.

İsmaililer için Haşhaşiyya terimi yazılı olarak 1123 yılında, Halife al-Amir (Ö.1130) adına zamanın Kahire’deki Fatimi rejimnce çıkarılmış Nizari İsmaili karşıtı risalede adlandırıldı;

adı “Iqa Sawai’qa al-irgham” idi. Bu risalenin 27 ve 32. sayfalarında Suriyeli Nizari İsmailileri için iki kez “Hashishiyya” deyimi geçmektedir. Ayrıca, bilinmelidir ki ünlü Büyük Kıyamet olayı 8 Ağustos 1164’de Alamut’ta ilan edildi. Onları kötülemek, itibardan düşürmek için olay İsmaili düşmanlarının ana aracı oldu. Ortodoks Müslümanlar çok keskin propaganda sürdürdüler ve onlar için çok yaygın ve en saldırgan deyimleri söylediler. Ölü deyim olan Hashishiyya bir kez daha diriltildi ve Selçuklu dönemi edebiyatında da hemen kullanıma girdi. Bilinen en eski Selçuk Vakanüvis İmaduddin Muhammed al-Katib Isfahani (Ö.1201)’nin 1183 yılında yazılmış olan  Nusratu’l Fatrah wa Usratu’l Fatrah’dır. Ancak zamanımıza ulaşan kısaltılmış nüshasını 1226 yılında Fateh Ali bin Mahammed al-Bundari kopya ederek derlemiş ve Zubdatu’n Nasrah wa Nakhbatu’l Ushrah (s.169-195) adını vermiştir.

 İmaddudin kroniğini 1092’den başlatıyor, fakat eserini 15 yılını zaten Suriye’de geçirdiği 1183’e kadar son biçimine sokamamıştı. Onun Suriye İsmailileri için Hashishiyya terimini kullanan ilk Selçuklu yazarı olduğu görülüyor. İbn Müyesser (Ö. 1278) Tarikh-i Misr (s. 102) adlı yapıtında“Suriye’de İsmaililere Hashishiyya denilir; Alamut’ta onlar Batıniyya ve Malahida olarak tanınır, Horasan’da ise Talimiyya…”diye yazmakta. Abu Shama (Ö.1267) da Kitab al-Rawdatayn fi Akhbar al-Dawlatayn’ında  Suriyeli İsmailileri nitelendirmek için Hashishiyya’yı kullandı. I. Vol., s. 240 ve 258)

14.yüzyılda yazılan İbni Haldun (Ö.808/1406), Mukaddiması’nda 34 Suriyeli İsmaililere bir zamanlar al-Hashishiya al-İsmailiyya denildiğini açıklıyor. Onun zamanında ise Fidawiyya (Fedailer) olarak tanınıyorlardı. Günümüze kalan kaynaklardan gelen bütün bu bilgiler gösteriyor ki Hashishiyya deyimi, 11.e 12.yüzyıllar arasında ortodoks Müslümanlar tarafından genel olarak, Suriye İsmailileri için kullanıldı. Ancak 13.yüzyıldan itibaren kullanılması kesildi. Ayrıca, Cuveyni ve Raşiduddin’in İran İsmailileri için Hashishiyya sözcüğünü İran’da kendi zamanlarında yaygın olmayan bir deyim olmadığından, kullanmadıklarını göz önünde tutmak gerekir.

Buna rağmen W. Madelung son olarak Arabic Texts Concerning The History of the Zaydi Imams of Tabaristan, Daylaman and Gilan adlı kitabında, İran İsmaililerine de 13.yüzyılın birinci yarısında Hazar bölgesinde Arap dilinde derlenmiş bazı çağdaş Zeydi kaynaklarında Hashishiyya adı verildiğini keşfetti. Zeydiler kuzey İran.da İsmaililerin en yakın rakipleriydi ve onlarla Hazar bölgesinde askeri karşılaşmaları uzun sürmüş. Yazılı ve sözlü edebiyatlarında, İsmaili karşıt kampanyalarını sürdürmüşlerdi. Suriye İsmailileri için kendi bölgelerindeki kötü isimlendirmeyi, bazı Arapça kaynaklar İran İsmailileri için de kullandı.

Sufiler ve haşiş kullanımı

Hashish (Haşiş) ya da Hashisha, cannabis sata olarak latinceleşen kenevir otu için kullanılan Arapça sözcük. Onun çok iyi bilinen bir çeşidi Hindistan keneviri ya da Cannabis Indica, uyuşturucu etkisinden dolayı eski zamanlardan beri Uzak Doğu’da kullanılmaktaydı. Hashish sözcüğünü açıklayan en erken ifade Abu İshak Şirazi’nin (ö.1083) at-Tadhkirah fi’l Khilaf’ında bulunur. Hasiş kullanımı Suriye, Mısır ve diğer Müslüman ülkelerde 12 ve 13. yüzyıllar boyunca toplumun alt kesimlerinde artmıştı. Müslüman yazarlar tarafından, haşiş kullanımının ve kullanıcıların ahlak ve dinleri üzerinde etkili olduğunu betimleyen çok sayıda risaleler yazılmıştır.

Sonuç olarak haşiş kullananları bir mulhida, yani din sapkınlara (heretics) benzer biçimde, aşağı bir toplumsal ve ahlak statüsü içinde nitelendirilmişler. İsmaililere çok sert ve katı davranan İsmaili-dışı İslami metinler de Suriye İsmaililerinki de Nizari İsmaililer arasında haşiş kullanımına hiç tanıklık etmemiştir. Buna karşılık, bir uyuşturucu olan haşiş, 11.yüzyıldan beri Şam.daki Sufi çevrelerinde  yaygın kullanımdaydı ve onlar ortodoks din bilginlerinin nefretine maruz kalıyorlardı. Franz Rosenthal “The Herb:Hashish Versus Medieal Muslim Society”36 yapıtında, bu konuda şunları söylüyor:

“ Sufi kardeşlik örgütlerine mensup olanlarca haşiş kullanımı ve onların olasılıkla haşiş kullanımının yayılmasındaki büyük rolü olmuştur. Bu yönde son kanıt olarak gösterilen çeşitli görüşler içinde asıl gerçekliğin bu olduğu kabul edilebilir.”

Sufi toplulukları üyelerine de Hashishiyya deniliyor ve onlar arasında genel olarak “al Hashish Al-Fukara” (yoksul otu) adıyla tanınıyordu. Yine aralarında, Hashish başka adlarla da çağrılıyordu: “yemek hazmettirici” (hadim al-akat), “düşünce uyandırıcı” (baithat al-fikr), “çılgınlık-delilik kraliçesi” (sultanat al-Junun), “yeşillik” (al-akhdar), “kenevir kızı” (ibnat al-Cunbus) vb.

Nureddin Ali bin el-Cazzar Qam al-Washin fi dhamm al-barrashin (1583.den önce yazılmış) adlı yapıtında “lanetli hashishin-haşiş kullananlar, beş yüz civarında bir grup olduğu ilk kez ortaya çıkarıldı (ahdathahaba’d fi’ah/ fi nahw qarn al-khams mi’ah),” diye yazmaktadır. Franz Rosenthal’a göre “Fiah (grup) sözcüğü burada uyak sağlamak için kullanılmış ve böylece, askerler veya mezhep yandaşlarından (İsmaililer’den) daha fazla pekala Sufiler anlamına gelebilir.Böylece olası görülüyor ki haşiş, dinde sapkın (heretic) ya da mulhida (dinsiz) sıfatıyla nitelendirilen başıboş gezen Sufiler tarafından 1106 civarında keşefedilmişti ve Haşişiyya deyimi de toplum içinde genel bir sövgü oldu. Bununla birlikte Az-Zarkashi ( 1344-1392) Zahr al-arish fi ahkam al-hashish’de al-Ukbari (ö.1291) Kitab as-Sawanih’de, Haydariliğin Kurucusu Sufi Şeyh Haydar’ın (ö.1221) 1155 yılı civarında, Nişabur eyaletinde haşişi keşfettiğine inanıldığını yazıyor.

Bu, hemen hemen hiç ağırlığı olmayan bir versiyon gibi gözüküyor. Franz Rosenthal olay için şunu yazıyor: “ Haydarilerin arasında uyuşturucu kullanımı, onun ölümünden yıllar sonra genelleşti. Buna rağmen Horasanlılar, uyuşturucunun girişini tamamıyla masum olan ona (Şeyh Haydar’a) yüklediler.” Diğer bazıları da Sufi Ahmed as-Sawaja diye bir kimse ile haşişin girişi ilişkisini kurdu. Sonunda, haşişin 1106 yılı civarında Sufilerce keşfedilmiş olduğu görünüyor, fakat onu kullanma propagandası ve onu kullanmaya hazırlayış özel yöntemi, ölümünden sonra Şeyh Haydar’ın yandaşları Haydarilerce uygulamaya sokuldu.

Türk Ozan Fuzuli (1480-1566) “Leyla Mecnun” (s.167) şiirinde, “Haşiş kullanan dervişlerle dost olmak ve her cami köşesinde, herçeşit din bilginleri arasında hazır bulunmak istediğini” yazmaktadır. Ayrıca, haşişe aşağıdaki dizelerde İbn Kathir’in (13.Vol., s.314) sunduğu gibi, böylesi tasavvufi şiirler de özel iltifatlar alıyordu: “Haşiş arzularımı anlamlaştırır Sen, aklın ve anlayışın güzel insanı gelenek ve akıl temelinde bir adalete uymadan haşişi yasakladıklarını duyurdular Onların bu yasaklanamayan yasağının duyurusu yasaktır”

İslam hukukçuları kadılar haşiş kullanmayı suç saydılar; din ve toplum için tehlikeli olduğunu ilan ederek kullananları şiddetle cezalandırmaları istendi. Haşişiyya sözcüğü giderek en fazla Suriye’de bir sövgü ve saldırganlık deyimine dönüştü. Nefret edilen bir kimse, toplum içinde Haşişiyya olarak gösterildi ve bu şekilde Suriye İsmailileri de düşmanlarınca aynı çirkin adlandırmayla damgalandı. Buna koşut olarak Suriyeli İsmaililerin kendilerini, Sufi deyimine benzeyen al-sufat (saf-temiz ya da ciddi) olarak adlandırmaları da zihinlerde korunması, unutulmaması önemlidir. “Bustan al-Jami”ye (11652de yazılmış) göre, Suriye İsmailileri kendilerine al-Sufat derlerdi. Ayrıca İbn al-Azim (ö. 1262) de 1243.te kaleme aldığı “Zubdat al-Halap” yapıtında, Cebel as-Sumuq’taki Suriye İsmaililerin bir kesiminin kendilerine al-Sufat dediklerini yazmaktadır.

Hem İsmaililik hem Sufilik (tasavvuf) birbirine benzer yoldur. Ancak şunu bilmek gerekir; her İsmaili bir Sufidir, ama her Sufi bir İsmaili değildir. Sufilik bir bireysel ilgi, İsmaililik ise kendi kural ve inanç özellikleriyle sosyal bir sistem oluşturan (toplumsal bir düzen yaratmış) bir batini yoldur. Bunun için İsmaililer asla kendilerini tam olarak sufizmin genel esoterik karmaşıklığı içine batırılmasına izin ermediler. Onların Sufilik biçimi, İslamın diğer mistik tarikatlarından tamamıyla farklı kaldı.

İsmaililer, onları gözden düşürecek bütün çirkin adları ve sögü sözcükleri kullanan Sünni Müslümanların baş hedefiydi. İsmaililerin Sufilerle işbirliği etmesi, onların potansiyel eğilimlerine uygundu. Sünni müslümanlar ve başkaları aynı deyimle de İsmailileri tanımlamışlardı. Bununla birlikte, Franz Rosental sözü edilen kitabında (s.43) şöyle bir açıklama getiriyor:

“ İsmaililer üzerine, onları haşiş kullananlar olarak suçlama saldırılarının etkili bir sözlü aşağılama olmasına rağmen, açıkça çok sık yapılmadığı, kaydedilmeye değerdir.”

Suçlama ve çirkin adlandırmaların hepsi Nizari İsmaililer için

Paul Jhonson Civilisation of Holy Land adlı kitabında “Haşişle yapacağı hiçbir şey olmayan bu mezhep hakkında çok saçma şeyler yazılmıştır,”diyor. Yeterince merak edildiğinde, bu deyimin Suriye İsmailileri için çok özel olduğu görülür. Oysa haşiş kullanan Sufi çevreleri benzer adlandırmayla tanınmamıştı. Nizari ve Mustalilerin ayrı ayrı partileşmesinden sonra, Mustalilerin Suriye’deki etkisi, Nizarilerden daha az oldu. Bu nedenle Mustali kesimi de bu çirkin adlandırmayı rakip Nizari grupa yöneltti.

Halkın güçlüklere doğal biçimde çözüm bulamadığı zaman, doğaüstü bir açıklama uydurması şaşırtıcı değildir. Bir şeyden hoşlandıkları ya da hoşlanmadıkları zaman en uç noktalara giderler; yeni buluşlar gerçekleştirir, olağanüstü masallar düzenler ve çeşitli yanlış adlandırmalarla hafif renklendirilmiş safça öyküler ortaya çıkarırlar. Mustali İsmailileri, Suriye Nizari İsmaililerince Camaat al-Amiriyya olarak adlandırıldı. Mustaliler de rakip grubun Camaat al-Nizariya olarak tanınmasından hoşlanmadıkları için, onları Camaat al-Hashishiyya (Haşiş kullanan cemaat) diye damgaladı. Bir süre sonra, 1130’da Mustali grup, hemen tamamıyla Suriye’de gözden kayboldu, fakat onlar arkalarında Hashishiyya adını kaynaklara geçirdiler ve böylece 1123.ten beri, Suriye Nizari İsmailileri bu ad için genel bir kullanım oldu.

Batılı kronikçiler, gezginler ve Latin Doğu’ya gönderilen elçileri (envoys to the Latin East) Suriye İsmailileri için söylenen Hashishiyya terimini ödünç aldılar ve onu Hashishin, Heyssessini ya da  Haisasins gibi telaffuz ettiler. Silvestre de Sacy, 19 Mayıs 1809’da Fransız Enstitüsü’nde, göreceli bir

araştırma içinde bir sınırtaşı olan Memoirs on the Dynasty of the Assassins and the origin of their name başlıklı bir konferans verdi. Basılmış ve ilk bilginler tarafından onaylanmış birkaç doğulu kaynağa ek olarak Silvestre de Sacy Arap elyazmalarının zengin Paris kolleksiyonu üzerine ilgi çekmeyi başardı ve “herhangi bir kuşku olmamalı, dedi. Benim düşünceme göre, Hashishi’den (çoğl. Hashishin), bozulmuş heissessini, assassini ve assissini sözcüklerinin aslıdır. Arapçadaki Şin (ş) harfinin yerine, Latin dili kullanan bütün yazarlarımızca S kullanılması bizi şaşırtmamalı; Yunan tarihçileri de Sigma ile değiştirdiler. Başka seçimleri yoktu. Bundan başka, Şin harfinin Fransızca’daki “Ch”den daha az kuvvetli telaffuz edildiği gözlenmiş olmalı. Gerçekte, sorulan İsmaililere ya da Batınilere Hashishin denilmesinin nedenidir.”

Suriye İsmailileri için Haşişiyya sözcüğünü kulaktan öğrendikten sonra, Haçlılar daha fazla yalan ileri sürdüler. Davalarını ölüm-kalım mücadelesi olarak her an omuzlarında taşıyan İsmaili fedailerinin korkusuz davranışları, dünyalık ödüllerden başka bir şey için yaşamlarını tehlikeye nadiren atan Haçlıları fazlasıyla etkilemişti. Haçlılar İsmaili fedailerinin cesaret ve yiğitlikleriyle yarışmakta başarısız oldular. Bunun üzerine onların savaşa girmeden önce haşiş kullandıkları propagandasını yaydılar. Ancak onlar, haşişin neden olduğu sarhoşluğun, tehlikeli ve yiğitlik isteyen misyonlarını yerine getirmek ve sorumluluk yüklenmek için cesareti ateşleme eğiliminden doğan bir şiddetten ziyade, sadece bir çeşit tam vecd (çoşku) hali içerdiğini öğrenmeyi unuttular.

 Franz Rosenthal yine “The Herb: Hashish Versus Medieal Muslim Society” ( s. 42-43) yapıtında “Haşişin, tehlikeli bir suikast misyonuna gönderilecek herhangi bir kimseyi göreve hazırlayan alalede bir uyarıcılık özelliklere sahip olmadığı ispatlanmıştır,” diye yazmaktadır.

Encyclopaedia Britannica editörleri, The Arabs kitabında “ölüm emrini uygulamadan ve şehitlikle yüz yüze gelmeden önce teröristlerin haşiş kullanma öyküleri kuşkuludur,” biçiminde görüş bildirmişlerdir.

Bosworth da The Islamic Dynasties adlı yazısında şöyle açıklıyor: “ Assassin’leri (suikastçıları) cesaret isteyen işleri yapmaya teşvik için hayaller gösterici uyuşturucu kullanıldığını anlatan Marco Polo ve diğerlerinin hikayesi gerçek İsmaili kaynakların hiçbirinde teyit edilmez.”

Batılı yazarlara benzemeyen müslüman yazarlar, baskıcı ve saldırgan ortamda inançlarını savunurken İsmaili fedailerin gösterdikleri gerçek özverili ruh hakkında hayallerini çalıştırmadılar. Kısacası, onların mücadelelerini tanıma yerine, Haşişiyya gibi o zamanki rahatsız edici yaygın deyimle damgaladılar. Buradan, 12.yüzyılın ikinci yarısında Haçlılar tarafından rastgele devşirilmiş çirkin Haşişiyya adı asıl olarak sözlü kanallar aracılığıyla, Hashishin, Heyssessini ya da haisasins biçiminde telaffuz edilerek geldi. Daha ilerilere bozularak gitti ve Axasin, Accini, Assassini, Assacis, Ashishin, Assassini olarak gelişti ve modern İngilizce “assassin” sözcüğünün doğuşuyla sonuçlandı. Daha sonra Batı’nın halk bilgisi ve edebiyatında abartının canlandırılması olan düzmece ve aşırı uydurma masallarla renklendirildi.

Bununla birlikte, Champagne Kontu Henry’nin 1194 yılında Suriye İsmaililerini topraklarını ziyaret etmiş olduğunu belirtmek yerinde olur. Kont orada, iki İsmaili fedaisinin bir mutlak itaat örneği göstermek amacıyla İsmaili önderinin işareti üzerine, kendilerin yüksekçe bir kuleden aşağı attığına tanık olduğunu iddia etmişti. Bu olay Batılı kaynaklarda, 13.yüzyılın sonuna kadar, fedailerin fedakarlık ruhu algılanmaksızın körü körüne ünlü oldu. Bu şekilde, İsmaililer Batı.da, karışık birkaç masalın konusu olmuştu ve farklı söylemler içinde portreleri çizildi ve sonuçta onları Assassins olarak tanımladılar. Farhad Daftary The Assassin Legends 4 kitabında bu konuda şu yargıya varıyor: “Özet olarak ortaçağ Arupalıları Müslümanlar hakkında çok az şey öğrenmişti. İsmaililer hakkındaki çok yetersiz bilgiler de birkaç olağanüstü gözlemlerde ve Haçlı tarihleri ve diğer Batılı kaynaklarla yayılmış yanlış algılamalarda ifadesini buldu.”

Kaynak:  İsmail Kaygusuz, Hasan Sabbah ve Alamut (Öğretisi, tarihi, felsefesi),  Su Yayınları,  İstanbul-2004

 

 

Yorum Yapın

Yorum bırakın