İçeriğe geç

20 yüzyılda bir soykırım örneği

Nisan 8, 2017

rwanda1

Ruanda Soykırımı, Ruanda’da 1994 yılının nisan ayında başlayan ve 100 gün içinde 800.000’den fazla insanın  öldürülmesi olayı olarak biliniyor.

Ruanda’da 1994 yılında, 100 günde 800.000’den fazla Tutsi ve ılımlı Hutu öldürüldü. Soykırım Fransa ile ABD arasında ilan edilmemiş bir hegemonya savaşının sonucu olarak görülmesi gerektiği ifade ediliyor. Orta Afrika’da küçük bir ülke olan Ruanda’daki soykırım hala gündemde. Ülkede yaşayan iki kabile Hutular ve Tutsiler arasında çıkan ve Avrupa ülkeleri ile ABD’nin de dolaylı olarak desteklediği katliamda 100 günde 800.000’den fazla Tutsi ve ılımlı Hutu öldürüldü. Soykırım sebebiyle ABD, Fransa, Belçika ve BM’nin o dönemdeki yöneticileri hala suçlanıyor.

İlk soykırım değildi

Ruanda Soykırımı, Ruanda’da 1994 yılının nisan ayında başlayan ve 100 gün içinde 800.000’den fazla Tutsi ve ılımlı Hutunun aşırı milliyetçi Hutularca öldürülmesi olarak biliniyor. Ancak 1994 Soykırımı Ruanda tarihindeki tek soykırım olayı değildi. Ülkede 1. Dünya Savaşı’nın ardından yıllarca sömürge yönetimi yürüten Belçika, 1933 yılında etnik kimlik kart uygulaması başlatarak Ruanda’da yaşayanları etnik gruplarına göre sınıflandırmayı amaçladı. Bu şekilde etnik sınıflandırma devam ederken 1935 yılında sömürge yönetimi etnik kimlik kartlarında Hutu, Tutsi ve Twa olmak üzere üç etnik grubun var olmasına karar verdi. Klasik sömürge politikaları doğrultusunda Ruanda’da nüfusun çoğunluğunu oluşturan Hutulara karşı, azınlıkta olan Tutsilere bazı ayrıcalıklar verdi. Bu ayrıcalıklar, antropolojik verilerle oluşturulan tamamen yapay bir ırk ayrımına dayanmaktaydı. Ruanda’da da azınlıkça yönetilen çoğunluğun biriken öfkesi, taraflardan birinin diğerine uyguladığı şiddet ve soykırımla sonuçlandı. İkinci Dünya Savaşı sırasında tüm Afrika’da hızla yayılan Pan-Afrikan hareketin oluşturduğu dalgayı da arkasına alan Hutular örgütlenmeye ve silahlanmaya başlarken  Tutsiler de Ruanda’nın ve çoğunlukta oldukları Burundi’nin bağımsızlığı ve sömürgeci yönetimin kendilerine sunduğu ve sürdürdükleri monarşik düzenin devamı için çalışma başlattı. 2. Dünya Savaşı’nın ardından Belçika’nın gölgesinde gerçekleştirilen demokratik seçimlerde avantajlı konumlarını ve monarşik gücünü kaybedeceğini gören Tutsiler ile Hutuların arasında ortak  hükümet kurma çabaları sonuçsuz kalınca, 1962 yılında Belçika, Birleşmiş Milletlerin de tavsiyesi ile Ruanda ve Burundi’yi (o zamanki adıyla Urundi) iki ayrı ülke olarak ayırmaya ve bağımsızlıklarını verme kararı aldı. Ruanda cumhuriyet olmayı seçerken Burundi anayasal monarşi ile devam etmeyi seçti. Ardından Burundi’de çoğunluk olan Tutsiler Ruanda’daki Hutulara saldırdı. 1972’de Burundi’de yaşayan Tutsiler 200.000 Hutuyu öldürdü. Bu olay Hutu soykırımı olarak tarihe geçerken ilerideki yıllarda çıkacak olan şiddet olaylarının da tohumlarını ekmişti. Özellikle kuzey Burundi’deki gerilim yüzünden Tutsiler 1988’de de yaklaşık 20,000 Hutu daha katletti ve binlerce Hutu komşu ülkelere mülteci olarak göç etti.

1994’te ne oldu?

Uganda’da hazırlanan Ruanda’nın şimdiki Devlet Başkanı Paul Kagame’nin önderliğindeki Tutsi güçleri (RPF) 1990 yılında Uganda’dan gelerek Ruanda’yı işgal etti. Karşılık veren Ruanda hükümet güçleri FAR ile RPF arasındaki çatışmalar üç sene devam etti ve bu süre zarfında birçok kez barışla sonuçlanamayan ateşkes imzalandı. Ağustos 1993’te taraflar arasında imzalanan Arusha anlaşması uyarınca kurulması öngörülen güç paylaşımı ve koalisyon hükümeti fazla destek bulamadı. 6 Nisan 1994’te Ruanda’da Hutu kökenli Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana’yı ile Burundi’nin seçilen ikinci devlet başkanı (etnik olarak Hutu idi) taşıyan uçağın füzeyle düşürülmesi büyük bir soykırımın fitilini ateşledi. Sonradan ortaya çıktığı üzere uçağı CIA destekli RPF militanları düşürmüştü. Gözlemcilere göre Fransa’nın uzun yıllar iyi ilişkiler içinde olduğu Hutular, bu olayı soykırımı başlatmak için bir bahane olarak kullandı. Habyarimana’nın öldürülmesinden ülkenin denetimini elinde tutan azınlıktaki Tutsileri sorumlu tutan radikal milliyetçi Hutular, etnik temizlik kampanyasına girişti. Çoğunlu ğu oluşturan hükümet yanlısı Hutular ile İnterahawme olarak bilinen katiller çetesi azınlıktaki Tutsi kabilesinden halka ve onlara yakın olduğunu düşündükleri ılımlı Hutulara karşı acımasız bir katliam başlattı. Katliam haberlerini alan RFP üyeleri ülkenin doğusundan girip katliamcılarla savaşarak başkente kadar ülkeyi ele geçirdi. O ana kadar bölgeye müdahaleden uzak durmaya çalışan Fransa, ani bir kararla katliamı destekleyen ve o anda legal olarak tanınan Hutu hükümetine askeri yardıma başladı. Bölgede hızla ilerleyen Fransız askerleri, Kigali’nin batısından Kongo’ya kadar olan bölgenin yönetimini ele geçirdi ve oraya RFP askerlerinin girmesini engelleyip, bölgedeki katliama müdahale etmedi. O ana kadar 600 bin insan öldürülmüşken, kendi sorumlulukları altındaki bölgede 200 bin kişinin daha öldürülmesine seyirci kaldılar. 100 gün içinde Hutular, 800 bini aşkın Tutsi kabilesi mensubu ile ılımlı Hutuyu öldürdü.

Ruanda katliamının perde arkası

Orta Afrika’da küçük bir ülke olan Ruanda, 1994 yılında dünya tarihinin en acımasız soykırım vakalarından birine tanıklık etti. Ülkede yaşayan iki kabile (Hutular ve Tutsiler) arasında çıkan ve Avrupa ülkeleri ile A.B.D tarafından da dolaylı olarak desteklenen bu iç savaşta yaklaşık 1 milyon Tutsi ve ılımlı Hutu can verdi.

Bu katliamın fitilini ateşleyen olayın bugün yıldönümü .  Tam 23 yıl önce, yani 6 Nisan 1994’te Ruanda Devlet Başkanı ve Hutu milliyetçisi Juvenal Habyarimana’yı taşıyan uçak düşürüldü. Bu suikast, kanlı çatışmanın kıvılcımını çakmak için yeterli oldu.

Katliamdan önceki Ruanda

  1. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanların sömürüsünden çıkıp Belçika sömürgesi haline gelen Ruanda’da kontrolün elde tutulması için yönetici ve yöneten unsuruların birbirinden ayrılması prensibi uygulanmaya başlandı. Ülkede yaşayanların %90’ı Hutu, %9’u Tutsi, %1’i ise Pigme’ydi (Twa). Belçika hükümeti, Tutsi ve Hutuların ortak olan dil-gelenek-etik geçmişlerini ve kültürlerini yok sayarak yapay bir ırksal ayrımcılığı körükledi. Azınlık olan Tutsiler, çok daha iyi yaşam şartlarına ve işlere kavuştu. Hatta daha sonra Hutular eğitim ve sosyal olanaklardan tamamen mahrum bırakıldı.

1950’lere kadar Tutsiler Hutulardan üstün tutma siyaseti güden Belçika, II. Dünya Savaşı’nın ardından özgürlükçü akımların güç kazanması üzerine Hutuların üzerindeki baskıyı hafifletti, hatta sayıca üstünlüklerinden dolayı onları desteklemeye yöneldi.

Belçika, Ruanda ile komşusu Burundi’yi 1962 yılında her iki devlet de bağımsızlıklarını kazanana kadar yönetti. Bu dönemdeki Belçika yönetimi, tıpkı İngilizlerin Güney Afrika Cumhuriyeti’nde uyguladıkları gibi, yerli halk üzerinde acımasız ve adaletsiz olmakla suçlanır.

Nasıl başladı?

  1. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte, bağımsızlığa hazırlamak amacıyla Ruanda yönetimi Birleşmiş Milletler’e verildi. Beklenen şekilde yapılan seçimlerde Hutu milliyetçisi PARMEHUTU Hareketi (Hutu Özgürlük Hareketi) iktidara geldi. İktidara geldikleri andan itibaren, Belçikalıların desteğiyle eski yönetimin uzantısı sayılan Tutsilere karşı hemen her bölgede çeşitli faaliyetlerde bulundular. Bu faaliyetlerin sonucunda 20 bin ila 100 bin arasında Tutsi öldürüldü, 160 bin kadarı da komşu ülkelere, Tanzanya ve Uganda’ya sığındı.

Bağımsızlığın kazanılmasından sonra PARMEHUTU yönetimi, tek parti iktidarı sırasında da Hutu milliyetçisi bir politika izledi. 1964 ve daha sonra 1974’teki Pogrom adı verilen olaylarda birçok Tutsi öldürüldü ya da sürüldü. Bu olaylar sırasında Tutsi öldüren Hutular devletçe korundu. Göstermelik bir ikisinin dışında kimse yargılanıp cezalandırılmadı.

1973’te Hutu Juvénal Habyarimana bir darbeyle iktidarı ele geçirip PARMEHUTU Hareketi’ne son verdi. Ancak kendisi de bir Hutu milliyetçisi olduğundan Tutsiler açısından pek fazla değişiklik olmadı.

Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand, savaş sona erdikten yıllar sonra “O ülkelerde bir soykırım olması o kadar da önemli bir şey değil,” demişti.

1980 yılına kadar komşu ülkelerdeki Tutsi nüfusu 500 bine kadar düştü. Eğitimli olmaları sebebiyle gittikleri ülkelerdeki önemli kadroları ele geçirerek ülkelerine dönüş için organize olmaya çalıştılar. Bu amaçla kurulan “Ruanda Yurtseverler Birliği” Ruanda hükümetine baskı kurmaya çalıştı ancak politik bir çözüme varılamadı. Uganda’daki kamplarından çıkıp Ruanda’da hükümetle silahlı mücadeleye başladıkları 1 Ocak 1990’dan 1992’ye kadar çok kanlı bir iç savaş süregeldi.

Ağustosta Birleşmiş Milletler’in devreye girmesiyle imzalanan ateşkesle geçici olarak savaş durduruldu. Fakat Fransa’nın aşırı uçtan Hutulara destek vererek kırsal kesimlerde INTERAHAMWE isimli örgütlenmeyi sağlaması soykırımı kaçınılmaz kıldı. Bu dönemde Tutsilerle birlikte ılımlı sayılan Hutular da fişlendi. Örgütün soykırıma hazırlık aşamasında Çin’e yüzbinlerce satır sipariş edildi ve bunların yakında başlayacak “böcek” avında kullanılmaları salık verildi.

6 Nisan 1994’te tarihin gördüğü en kanlı katliamlardan birisi radyoda yayınlanan anonslarla başladı. O gün bir Hutu olan Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana’nın uçağı düşürüldü. Ülkede çıkan karmaşadan yaralanan Interahamwe üyeleri ellerindeki listelere bakarak eğitimli Tutsi ve ılımlı Hutular başta olmak üzere tüm halkı kıyıma başladılar.

ABD, katliam sırasında öldürülen 10 Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerini gerekçe göstererek yörede yalnızca 270 askerini bıraktı. O günlerde yöredeki bir BM komutanının dönemin BM Sekreteri Kofi Annnan’ı arayıp ne yapmaları gerektiğini sorduğu ve “müdahale etmeyin” yanıtını aldığı anlatılır. BM’nin bu tavrı üzerine katliam daha da şiddetlendi.

Katliam haberini alan “Ruanda Yurtseverler Birliği” üyeleri ülkenin doğusundan girip katliamcılarla savaşarak başkente kadar ülkeyi ele geçirdiler. O ana kadar bölgeye müdahaleden uzak durmaya çalışan Fransa, ani bir kararla, Hutu hükümetine askeri yardıma başladı.

Sonuç olarak 1994’ün nisan ayından temmuzuna kadar geçen 100 gün içinde tam 1 milyon Tutsi ve ılımlı Hutu, tüm dünyanın gözleri önünde, katledildi ve 2 milyon Hutu, Tutsilerin ve Ruanda Yurtseverler Birliği askerlerinin öç almasından çekindiği için komşu ülkelere mülteci olarak sığındı.

Neden oldu?

Soykırımın nedeni olarak, Avrupa kaynaklı ırk temeline dayalı teoriler de öne sürülmektedir. Avrupa’da o dönemde, ırk üzerine düşünce üreten bazı çevrelerce, Ruanda’da yaşayan insanların, ari ırk ile aşağı ırk olarak kabul edilen zenciler arasında bir tür geçiş ırkı olduğu iddia edilmiştir. Bu yüzden Hutuların Tutsileri gerçek Ruandalı olarak değil, kendilerini sürekli aşağılayan ve sömüren Avrupalıların ülkelerindeki işgalci akrabaları olarak değerlendirdikleri ifade edilmiştir.

Bir başka neden olarak özelikle Tutsi bölgelerinde kalan verimli tarım alanlarının Hutularca ele geçirilme isteği de gösterilmektedir. Zengin komşularının mallarını ele geçirmek isteyen Hutuların, özellikle Tutsileri öldürdükleri ve katliamın bir anda yayıldığı da düşünülmektedir.

Kimler sorumlu tutuldu?

Katliamın ardından sorumluların tespit edilmesi ve yargılanması için çalışıldı. Ancak sorumluların sayısının fazlalığı ve yaşanan olayların yıkıcılığı yüzünden, yargılamada bazı sorunlar çıktı.

Katliamın acısının halk üzerinde yarattığı etkinin dindirilmesi amacıyla halkın kendi kuracağı mahkemelerde alacağı kararların adli olarak tanınacağının bildirilmesi üzerine “halk mahkemeleri”  üçten fazla insan öldürenleri yargılayıp uygun gördüğü cezaları verdi.

Daha büyük suçlular için Birleşmiş Milletler gözetiminde Arusha Tanzanya’da bir uluslararası suç mahkemesi kurularak yargılamalar sürdürüldü.

Yorum Yapın

Yorum bırakın